16 Eylül 2014 Salı

Değişim Zamanı


 Geçenlerde anneme diyordum "Huyum suyum değişti sanki benim,dikkat dağınıklığım var gibi." Eskiden elimdeki iş bitmeden başka bir işi ne düşünür ne de yapardım. Şimdi aynı anda 3-4 hatta 5 şeyle uğraşabiliyorum. O anda bakarsanız yarım yarım herşey. Ama dönüp yine de bitiriyorum. Sadece daha sabırsızım. İstemediğim anda bırakıyorum. Evde de bir değişim var uzun zamandır. Yeni eşyalar falan değil. Olanları boyuyorum,değiştiriyorum veya odaya girdiğimde artık beni rahatsız eden yada orada olmasını istemediğim şeyleri kaldırıyorum. Yani büyük bir temizlik içindeyim. Hayatımda beni mutsuz eden yada gördüğümde mutlu olmadığım şeyleri kendimden uzaklaştırıyorum. Etrafımdaki insanlar içinde geçerli bu. Etrafımdaki derken mecburen aynı ortamlarda bulunduğumuz bir süre vakit geçirdiğimiz insanları kastediyorum. Tüm enerjimi alan,ortada hiçbir iş yapmadan sürekli söylenerek dolaşan,hep ve herşeyden mutsuz olan ve beni de mutsuz eden,sürekli iğneleyici laflar sarf eden yada ben konuşurken, ağzımdan çıkan her cümleyi acaba daha sonra ben bunu nasıl kullanırım der gibi dinleyen,sürekli taleplerde bulunan ama hiçbir şeye katkısı olmayan insanları ayıklıyorum hayatımdan. Empati kurmaya çalışıyorum. O insanların da zor zamanlarının olabildiğini yada buna sebep olan bazı tecrübelerinin bulunabileceğini düşünüyorum. Evet bu bazı insanlar için olabilir ama çok gözlemledim maalesef kimilerinin de artık içine işlemiş bu davranış tarzı. Bunu ukalalık olarak algılamayın. Zaman zaman herkesin buna ihtiyacı oluyordur diye düşünüyorum. Kimileri o kadar hoşgörülü ve herkese karşı o kadar iyimserler ki tüm olumsuzluklar onları fazla etkilemiyor gibi. Ben o kadar iyimser değilim maalesef.  En büyük zararım kendime. Bu zararı azaltmak için de seviyormuş gibi davranmaktan,zoraki gülümsemelerden artık kurtulmak istiyorum. Aslında aynı şekilde o insanları da zor durumdan kurtarıyorum. Onlar da beni sevmek zorunda değiller. Düşünüyorum da evdeyken diyorum yani iyileşme sürecinde ve kendimi biraz toparlamış ve artık yavaş yavaş birşeylerle uğraşmaya başlamışken; ne kadar pozitiftim. İşe başlayalı 2 hafta oldu. Artık gördüklerim beni daha fazla rahatsız ediyor. Olur olmaz eleştiriler,yapmacık gülümsemeler,ukalalık taslamalar,sürekli hükmetmeye çalışan insanlar,ucuz ucuz övgüler,bu övgüleri duyup hindi gibi kabaran insanlara artık tahammül edemiyorum. Dedikoduların içine dahil olmak istemiyorum. Sürekli başkalarını yargılayan,fikirler yürüten,ahkam kesen insanlar...Benden uzak olsunlar lütfen. Herkesi eleştirmeyi bırakın artık. İşinize bakın. 
Bayram öncesi yapılan dip temel temizlik gibi iyi geliyor bu temizlik de. Ben de bu temizlik sonrası içimi ferahlasın diye bir bardak Girit usulü Kızılcık şerbeti içtim. Nasıl iyi geldi anlatamam. 







GİRİT USULÜ KIZILCIK ŞERBETİ

MALZEMELER

4 lt su
1 kg kızılcık
300 gr şeker
1 adet çubuk tarçın
3 adet karanfil

Tüm malzemeyi geniş bir tencereye koyup iyice kaynatın. Kızılcıklar dağılmaya başlayınca süzüp soğutun ve soğuk servis yapın. 
(Buradaki şeker miktarı tamamen arzuya göre arttırılabilir. Biz az şekerli sevdiğimiz için yeterli geldi.) 











Bu arada yenileme dedim ya. Mutfaktaki sosluğun içine arkadaşım Pelin Pembesi n den aldığım çiçekleri ektim. Tezgahta onları görmek beni mutlu etti. 





Temizlikten sonra bir de hafif ve güzel bir yemek gerek değil mi? O zaman Kabak çiçeği Lalenge harika olur. Aslında aşağıdaki malzemelerin miktarı çiçeklerin büyüklüklerine göre değişir ama ben size tahmini bir ölçü vereceğim. 

KABAK ÇİÇEĞİ LALENGE

MALZEMELER

15 adet kabak çiçeği 
1 su bardağı lor
1/2 su bardağı beyaz peynir
1/2 demet maydanoz
2 diş sarımsak
arzuya göre çok az nane 

ÇİÇEKLERİ BULAMAK İÇİN

1 şişe soda
un
1 yumurta
tuz

İç malzemeleri bir kapta karıştırın. Dikkatli bir şekilde çiçeklerin içindeki göbek kısımlarını şeker maşası ile alıp yıkadıktan sonra tatlı kaşığı ile iç malzemeyi çiçeklerin içine doldurun. Burada doldurmayı çok fazla yapmayın,çiçekler yırtılır. Hepsini doldurduktan sonra tabağa dikkatlice alın. 
Ayrı bir kapta bulamacı hazırlayın ve dolan çiçekleri yavaşça ama her yeri bulanacak şekilde karışıma batırın. Ve kızgın yağda bu çiçekleri kızartın. Kızaran çiçekleri kağıt havlu üzerine alıp fazla yağını süzdürdükten sonra ılık veya sıcak servis yapın. Yanında sarımsaklı yoğurtla muhteşem oluyor. Ben aynı yöntemle bal kabaklarını incecik dilimleyip,sosa batırdıktan sonra kızartıyorum. o da çok lezzetli oluyor. 

Afiyet olsun. 















20 Ağustos 2014 Çarşamba

Aklımdakiler...


Uzun zamandır aklımdaydı bu tatlıyı yapmak. Buzdolabında uzun zamandır tüketilmeyi bekleyen ama kavun,karpuz sezonu açıldığından; her ne kadar çok sevsem de pabuçları geçici bir süre dama atılan portakallar. Çöpe yemek atmayı yada aldığım sebze meyveyi tüketmeden atmayı sevmem. Mecbur kaldığım durumlar tabii ki oluyor. Acil evden çıkmamız gerekir,uzun süre dönmeyiz, elektrik kesilir vs. Onda bile elime geçeni buzluğa atarım. Böyle yetiştirildiğimizden herhalde. Neyse o portakallar dolabı her açışımda gözüme batarken ve ben yine kek yapmaktansa farklı bir şeyler deneme arayışında olduğum zaman bu tarif karşıma çıkıverdi. Tam da tarif değildi aslında . Sadece ölçüler kısaca yazılmış ve sonuçtan memnun kalındığından bahsedilmişti. Ölçüleri aldığım yer ben göremesem de herkesin çok methettiği İstanbul da Kantin olunca bundan kötü bir şey çıkmaz dedim ve sıvadım kolları. Asıl ölçü 750 gr portakal suyu baz alınarak yapılmıştı ama benim elimde miyadını doldurmak üzere olan 10 portakal var sadece. Yazın buralarda portakal bulmam mümkün değil o nedenle ne çıkarsa bahtına dedim. Sıktım sıktım ve tekrar sıktım. Sonuç 315 gr portakal suyu. Biz kendi aramızda 300 diyelim. Ölçüleri orantılı azaltarak yaptım ve mükemmel oldu. Tabii bana göre. O zaman ben orjinal tarifi ve kendi ölçülerimi vereyim siz yaparsanız dilediğiniz kullanın. 






PORTAKAL PELTESİ
MALZEMELER

750 gr portakal suyu    (300 gr kullandım)
250 gr su                    (100 gr su)
150 gr şeker                (60 gr olur ama ben az şekerli sevdiğim için 50 gr kullandım sonuç iyi oldu) 
1/2 limon suyu             (evde olmadığı için kullanmadım)
50 gr mısır nişastası      (20 gr yerine taş gibi olmasın diye 17 gr kullandım)
1/2 portakal kabuğu rendesi. ( rendenin küçük tarafı ile rendeleyin,ben daha aromalı olması için 1 portakal rendeledim.)

YAPILIŞI

Malzemelerin tümünü bir tencereye alıp hafif ateşte sürekli karıştırarak pişiriyorsunuz. Nişastayı içinde ezmeye çalışın veya portakal suyundan 1 çay bardağı kadar alarak nişastayı içinde ezdikten sonra karışıma ekleyin. Yavaş yavaş koyulaşmaya başlayacak. Sakın karıştırmayı bırakmayın. Koyulaştıkça ocağın altını kısın. Muhallebi kıvamına geldikten yani göz göz olduktan sonra altını kapatın ve kaselere paylaştırın. Oda sıcaklığına geldikten sonra buzdolabında soğutun. Tercihen ertesi gün yemenizi tavsiye ederim. Üzerine meyveler veya bir top limonlu dondurma ile servis edebilirsiniz. 






Sıradaki tarif ise sıcaktan bunalanlara gelsin. Biz şu tropik fırtınalarla zaman zaman korkular yaşasak da bir nebze serinledik. Darısı diğer şehirlerin başına. Bu yıl Ankara da yanıyormuş. Mevsimler değişti vesselam diyerek tarife geçeyim. Bu içeceği ben neredeyse bütün yaz sürekli yaptım. Hani bir ara Tebbule tarifi vermiştim. İşte bir yandan onun yeşillikleri bir yandan sürekli aranan baharatlı içeceğin malzemeleri...her pazar demet demet nane alır olmuştum. 
Neyse farklı aroması ile çok lezzetli bir içecek. Tekrar ısınacağımızı düşünürsek ben nane almaya başlayayım yine. 






NANELİ BAHARATLI YAZ İÇECEĞİ
MALZEMELER

2 demet nane
6 adet kakule
1 adet limon
1 adet çubuk tarçın
3 adet yıldız anason
150 gr şeker

YAPILIŞI

Yıkanmış naneden 10 sap ayırdıktan sonra kenara alın.Bu naneler servis ederken kullanmak için. 1 adet limonun kabuğunu elma soyar gibi spiral şekilde yada nasıl isterseniz (ama rendelemeden) bütün şekilde soyun ve suyunu sıkın, kakulenin kabuklarını soyup tohumlarını hafifçe ezin. 
Çubuk tarçın,yıldız anason,limon kabuğu ve kakuleyi 1 lt su ile birlikte tencereye koyup kaynatın. Kaynadıktan sonra naneleri ilave edin ve kısık ateşte sadece 10 dakika tutun. Şeker ve limon suyunu ilave edip tenceredeki malzemeleri şeker eriyene dek karıştırın. Bir tülbentle veya ince telli bir süzgeçle süzdükten sonra oda sıcaklığına gelene dek soğutun ve dolaba alın.  






Herkes yapmıştır ama ben bu yıl buz kaplarına farklı aromalar ekledim. Kimisine nane limon,kimisine kurutulmuş kokulu güller,kimisine lavanta çiçekleri yada çilek ,böğürtlen taneleri ekleyerek üzerine su ilave edip farklı görüntü ve lezzette buz küpleri hazırlayabilirsiniz. 
Soğuyan içeceğinizi servis edeceğiniz bardaklara almadan önce ayırdığınız naneler,limon dilimleri veya hazırladığınız farklı aromalarda ki buzlarla veya sadece buzla servis edebilirsiniz. Kakule tamamen tercihe kalmıştır. İstemiyorsanız koymayabilirsiniz ama içinde hoş bir aroma veriyor. 

Afiyet olsun. 







7 Ağustos 2014 Perşembe

Buralardan...



Ne tembel bir bloggerım değil mi? Artık iyice boşladım bloğu. Evet doğru. Mazeretim yok. Ama tek suçlu ben değilim. İnstagram ve pinterest. Onlar benim aklımı başımdan alıyor. İş için fazla zaman ayıramadığım bu iki uygulama,tatille birlikte bütün vaktimi alıyor neredeyse. Ne mi buluyorum? Herşey; yeni fikirler,yeni yerler,tavsiyeler,yenenler,içilenler,tarifler. Herşey hızlı ve kolay. Birkaç dakikada onlarca kişinin nerede olduğunu (nerede olduğu önemli olduğundan değil,bulunduğu yer önemli benim için,güzelse görmek açısından),neyi nasıl sunduğunu,evindeki yada bulduğu yeni fikirleri kısacası hayata dair herşeyi çarçabuk görebiliyorum. O yüzden bana daha pratik geliyor. İyice tembelleştim. Bilgisayarı bile açmaya gerek kalmadan tablet veya cepten görebiliyorum hepsini. Ama blog biraz uzun sürüyor. Kafamın dinç olması gerek,fotoğrafları düzenlemem,tarifleri doğru not etmem gerek. Anlatacaklarımı toparlamalıyım önce kafamda. Öyle cumburlop fotoğraf veya tarif veremiyorum. Anlatmam,konuşmam lazım. Benim işim bu,öğretmenim. Konuşmak istemediğimde de sorun oluyor,ortadan kayboluyorum işte o zamanlar. Neyse durum bu. O zaman bloğu da biraz instagrama uyarlayalım ve kısa kesip resimlerle hızlandıralım. Bu kez post kısaca bu süreçte yaptıklarım ve yaşadığım yer ile ilgili. Hadi bakalım... 


Geçen zamanda hızlıca iyileşmenin yanında( ha bu arada son kontrolde doktorum artık tamamen iyileştiğimi söyledi. Mutlu ve mesudum yani. Rabbim nerede şifa bekleyen varsa hepsine bol bol şifa versin inşallah. )  fazla yorulmadan bahçe ile ilgilendim. Bol bol kiraz yedim. Ben uzanıp toplayamadığımdan hazır toplananlar itinayla mideye indirildi. 




Taze taze çayını yapmak için adaçayı ve biraz keselere koymak için lavanta arılardan fırsat buldukça toplandı. 




Bahçede görülen davetsiz misafirleri kibarca oradan gönderildi. 




Komşu bahçelerden alınan( balkonda kimse yoktu o yüzden alındı,yoksa izin isterdim) farklı succulentler tek kalan fincanlara dikildi. 




Bu arada  bayram tatilinde 4 günlük bir Belçika tatili yapıldı ama gezi postu daha sonra. Herkes bir yerlerde olduğundan sizleri sıkmak istemem,orası öyle,burası böyle diyerek.

Neyse gelelim yaşadığım bu küçük kasabaya(pardon ilçe olduk) İzmit körfezinde, Karamürsel bir ilçe. Deniz kenarında. Hani şu ilkokulda bize habire Türkiye haritası çizdirirlerdi de Marmara denizini çizerken sağ üste doğru biri uzun diğeri daha kısa iki parmak çizerdik. Yani körfez. Hah işte o uzun olan parmak bizim bu körfez. Biz o körfezin alt kısmındayız. Burada doğup büyümedim. Meslek icabı tayinle gelip sonra da evlenip buraya yerleştim. Bunu ve yaşadığım süreci daha önce yazmıştım o nedenle tekrarlamayacağım. 15 yılım geçti. Birçok dost edindim. Şehirlere göre daha küçük ve kendi halinde olduğu için burada hayat o kadar hızlı akıp gitmiyor. Öyle sosyal etkinliklerimiz yok ama hep övündüğümüz şey; istediğimizde gidip dönebileceğimiz kadar büyük şehirlere yakınız. Bursa 1 saat,İstanbul 1,5-2 saat. Yeşilliği bol,deniz önümüzde,çoğu insan birbirini tanıyor. Tabii bunun iyi ve kötü yanları var o ayrı. Ben sahilin bir ucunda oturuyorum,eski okulum da ilçenin diğer ucundaydı. Akrabalarım nasıl gidip geleceksin diye sorduklarında " Büyütmeyin bir uçtan bir uca toplasan 20 dakika yürüyerek zaten " diyordum. Ki minibüslerimiz var. En önemli etkinliğimiz Cuma günleri sahilin önemli bir kısmını kaplayan ve oldukça büyük olan pazarımız. O gün hayat durur neredeyse. Toplantı falan yapmaya kalkılmaz çünkü pek gelen olmaz. Ama güzeldir. Tazecik, kendin seçerek alırsın herşeyi,sohbet etmek için tanışmaya gerek yok tezgah başında iki dakikada neredeyse ahbap olursun,tarifler alır verirsin,dedikodunun alasını yaparsın. Kim hasta,kim gelmiş,kim evini kaça satıyor hemen öğreniverirsin oracıkta. Yoruldun mu dizi dizi sıralanmış çay bahçelerine girer iki nefes alır,bir kahve içer tekrar başlarsın alışverişe. 

Gün batımını izlemek de keyiflidir buralarda. 



Sahilde küçük yürüyüşler yapılır dostlarla. Sabah serinliğiyle  denizin kokusu başka olur. Dönüşte ;fırından yeni çıkmış ekmek ve simit alınıp,demlenen çayla yutuverilir spor sonrası. Spor da bunun için değil midir zaten? O sıcak ekmekler vicdan rahatlığı ile tüketilsin diye. 




Eğer balık zamanıysa yani yasak yoksa balıktan dönen tekneler yanaşır bu adaya. Ama daha küçük olanların yeridir bu balık adası. Büyükler hale götürürler yakaladıklarını. Cinslerini,en güzel nasıl pişirileceğini yine balıkçı anlatır sana. 




Çok mu yoruldun? Sahil boyunca sıralanan banklardan bir tanesine at kendini. Hele bir de ağaç altıysa gölgesi yeter. Karşında gelip geçen tekneler,hiç olmadı martılar. Ama yazın balık yedikleri için yüzüne bakmayan martılar ,kışın ekmeği havada kaparlar.  




Bu sene başlayan ama herkesin yoğun ilgi gösterdiği Martı isimli tekne de ister gündüz deniz üstünde çay,kahve veya içeceğinizi yudumlar ister akşamları fasıl eşliğinde yemeğinizi yersiniz.Reklam gibi oldu ama başka nasıl anlatılır ki?  




Hava açık ve rüzgarlıysa eğer manzaranın tadına doyulmaz. Yüzünüzü deniz suyuyla yıkamak gibidir o zamanlar sahilde yaptığınız yürüyüşler. Dalgalar neredeyse yüzünüze çarpar. 




Belki o gün yelken kulübünün etkinliklerini bile görebilirsiniz. 



Hava bozacağı zaman,fırtına öncesi bir hareketlilik başlar gökyüzünde ve denizde. İşte o tam seyirliktir bana göre.




Ama akşam olup karanlık çöktü mü; bu kez körfezin karşı kıyısında bir bir yanan ışıklar dans eder sanki denizin üzerinde. Bunların çoğunluğu sayıları hergün artan fabrikalar olsa da insanoğlu görmek istediğini görür yine de. Bir önceki yıla nazaran ışıkların nasıl arttığını,yapılaşmanın çoğaldığına bağlayıp bunu da sanayileşmeden çıkarıp,çok göç alıyor,tabiatı mahvediyorlar diyerek gündemi noktalarız biz evde. Ta ki yeni bir gündem oluşana dek.  




İşte buralarda durum böyle. Hiç yüzyüze gelmediğim,hiç tanışmadığım,sesini duymadığım ama dünyanın yada ülkenin herhangi başka bir yerinde hep kızdığımız ama hayatımızın ta içine kadar giren bu teknoloji sayesinde ne yediğimiz,ne içtiğimiz,ne düşündüğümüz konusunda birbirimizden haberdar olduğumuz okuyucularmız. Biraz değişiklik olsun diyerek size buralardan ve küçük hayatlarımızdan bahsettim. Umarım sıkılmamışsınızdır. Dünyanın her neresindeyseniz evinizden mutluluk,sağlık ve huzur eksik olmasın. Bir daha kine biraz tarif ve biraz da yeni yerler serpiştiririm araya. Bunun dışında çoğu blog sahibinin dediği gibi biraz facebook.com/tatlicuma ama daha çok instagram.com/tatlicuma adresindeyim ,beklerim...



21 Temmuz 2014 Pazartesi

Hayal Kırıklığı...



 Herkesin hayal kırıklıkları, onları hüsrana uğratan insanlar vardır, bazen de bunu kendi kendimize yaparız. Her hüsran bir ders olsa da hep birşeyler beklemeye,hayaller kurmaya devam ederiz.Tıpkı bir sardunya gibi. Kırılan yerden tekrar ek yeşersin.  Kurulan hayallerdir aslında biraz da bizi ayakta tutan. 
Hayatımızın bir döneminde belki de çoğumuz kendimizi mitoloji deki Sisyphos gibi hissetmişizdir. Hilekarlığının cezası olarak Sisyphos tanrılar tarafından büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkum edilmiştir. Tanrılar yararsız ve umutsuz bir çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünerek vermişler bu cezayı Sisyphos a . Sisyphos tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya her zaman elinden kaçmakta ve Sisyphos her şeye yeniden başlamak zorunda kalmaktadır. Homeros un Odysseia da der ki; Sisyphos' u gördüm korkunç işkenceler çekerken; Yakalamış avucuyla kocaman bir kayayı ve kollarıyla,bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru. İşte kaya tepeye vardı varacak,işte tamam. Ama tepeye varmasına bir parmak kala,bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri,aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya. O da yeniden itiyordu kayayı bütün kaslarını gere gere,kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden. O da habire itiyordu kayayı kan ter içinde."Aslında burada birçok yorumcuya göre Sisyphos kaderine boyun eğerek itmiyordu kayayı tekrar ve tekrar,o kaderine inat her seferinde başarabilirim diyerek çaba sarfediyor ve yine deniyordu. 
Kaybedenlerin en çok söyledikleri sözdür"Neden Ben?". Eğer bu cümleyi çok sık kuruyorsak ;Ya hayal kırıklıklarımızdan ders almıyoruz,ya da  yanlış insanlar üzerine hayal kuruyoruz.Güçlü olan,yıkılmadan devam eden insanlar da her defasında "Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez " derler. Biraz da budur belki tekrar dik durmamızı,devam etmemizi sağlayan şey.  Hayallerinin peşinden koşan ama sık sık ezilen,yenilen ve hayallerinden vazgeçmemek için hayatlarından vazgeçen insanlar da çoğunlukla çocuklarına hep gerçekçi olmayı telkin ederler. "Aman ha boş hayaller kurma,elindekiyle yetin,kaderinde ne varsa o,her şey olacağına varır,her şey kısmet " sözleriyle yetiştirirler çocuklarını. Gerçekçi olup daha az acı çekerek daha mı mutlu olunuyor acaba? hangisi doğru? Madalyonun diğer tarafına baktığınızda acaba  hayal kırıklığını yaşamak mı yoksa yaşatan olmak mı zordu? 
Dostoyevski; "Aslında insanı en çok acıtan şey hayal kırıklıkları değil. Yaşanması mümkünken yaşayamadığımız mutluluklardır" demiş. Bilmem; kendimizle ilgili olan kısmında belki ama sevdiklerimiz ile ilgili olan kısmında hala beklentilerimizin sebep olduğunu düşünüyorum. 

Can Dündar’a göre ise üç şeyin kırılması can yakıcı: kalbin, gururun, hayalin. Hiçbir kırık çıkıkçının tedavi edemeyeceği kadar ağır hasara yol açacak söz ise: “Sana inanmıştım.”

Bu post da böyle olsun olur mu? Ben sardunyamı tekrar yeşertmeye çalışırken ağzınızı tatlandıracak ve yerken sizi mutlu edebilecek basit bir tarif vereyim. 


BRUSCHETTA( Bruşetta)

Malzemeler
3 domates
3 diş sarımsak
1 tatlı kaşığı balzamik sirke yoksa nar ekşisi
1 avuç fesleğen
zeytinyağ,tuz 

Domatesin kabuklarını soyup küçük küpler halinde doğrayın. Sarımsakları ezin. Bir kapta sarımsak,sirke,tuz ve küp doğradığınız domatesleri harmanlayın. 1 avuç fesleğeni incecik kıyıp karışımın içine ekleyin ve karıştırın. Ekmekleri yanmaz bir tavada çok çok az zeytinyağında kızartın yada ekmek kızartmada kızartıp üzerine zeytinyağ sürün. Domatesli harçtan üzerine paylaştırın. Biraz daha fesleğen ve zeytinyağ gezdirerek servis yapın. 




Afiyet olsun. 





28 Haziran 2014 Cumartesi

Çeşit,çeşit...


Ara verdim ama yeni tarifler denemeye ve yeni keşfettiğim lezzetleri evde yapıp bloğa koymak üzere notlar almaya ara vermedim. Hani derler ya uzaktaydım ama kalbim oradaydı. Aynen ben de öyle bir durumdaydım. 7/24 online kalabilen ;bak hastanedeyim,yatıyorum kalkıyorum demeyi sevmediğim için facebook ve instagramdan da uzak kaldım ama dinlenirken instagram vakit geçirmeme yardımcı oldu. Hiçbir yere kıpırdayamadığım için Alaçatı,Paris,Roma ve bizim küçük kasabamızdan mütevazi ve arşivlik fotoğraflarla idare ettiler takipçilerim . Doktor ;"Tamam artık vur kendini sokaklara" der demez bu arayı telafi etmeye çalışacağımdan şüpheniz olmasın. Tabii kısmet olursa. 
Neyse gelelim tariflere. Yaprak sarma Girit usulü. Farkı ne derseniz; içine konan kabak rendesi ve tahin. Ne kabak nede tahin ağızda garip bir tat bırakmıyor. Hoş bir aroması var. Birgün değişik bir lezzet denemek,iftarda veya sahurda hafif lezzetler sunmak isterseniz iyi gider. Bu sarma ameliyattan çok önce yapılmış ve bloğa koymak için fotoğraflanmıştı. Kalem kalem değiller ama benden de kalem kalem sarma beklenmemeli zaten. 





GİRİT USULÜ YAPRAK SARMA
MALZEMELER 
300 gr asma yaprağı
Yarım demet doğranmış maydanoz
2 kuru soğan
1 yemek kaşığı kıyılmış taze nane
2 küçük yeşil kabak
2 domates
1 tk kekik
1 çay kaşığı kimyon
1 çay kaşığı karabiber
Yarım su bardağı tahin
1,5 su bardağı pirinç
2 patates
Yarım çay bardağı zeytinyağ

YAPILIŞI
Küp doğranan soğanları 2 kaşık zeytinyağında soteleyin. Ve soğumaya bırakın. Kabakları rendeleyin. Domatesleri küçük küpler halinde doğrayın. Bir kaba kabak,domates,nane,maydanoz,soğan,kekik,kimyon,karabiber,pirinç ve tahini ekleyerek iyice karıştırın. Yaprakların içerisine hazırladığınız dolma içlerini sarın. Patatesleri yarım santim kadar kalınlıkta dilimleyip kullanacağınız tencerenin dibine dizin. Üzerine sardığınız dolmaları yerleştirin. 1,5 su bardağı su ve kalan zeytinyağını da ekleyip sarmaların üzerine gezdirin. Sarmaların üzerini bir ağırlıkla kapatıp 25-30 dakika kadar kısık ateşte pişirin. Ilık veya soğuk servis yapın.  


Diğer bir lezzet Tebbule veya daha çok bilinen adı ile Tabbule. Tam yazlık bir tat. Beni tek uğraştıran kısmı yeşillikleri temizlemek,ayıklamak ve doğramak. Bu aralar o kadar sık yaptım ki bir süre yeşillik görmesem olur. Tebbule bir Lübnan mezesi. Bizim kısıra benziyor ama uzaktan. Nanenin verdiği ferahlık ve ekşi ile insanın içini serinletiyor sanki. 




TEBBULE VEYA TABBULE

MALZEMELER
3 domates
3 yeşil soğan
3 demet maydanoz
1 demet nane
2 yemek kaşığı ince bulgur
3 limon
zeytinyağ,tuz 

YAPILIŞI 
Yeşillikleri yıkayıp iyice kuruttuktan sonra ince ince doğrayın. Domatesleri de küçük küpler halinde kesin. İnce bulguru bir salata kasesine alın ve üzerine doğradığınız maydanoz,soğan ve domatesleri ilave edin. Naneyi en son eklemek gerekiyor çünkü diğer yeşilliklerle beraber beklerken salatanın rengini karartıyor. Zeytinyağ,limon suyu ve tuzu da ekledikten sonra naneleri ilave edip salatayı iyice karıştırın. Servise hazır. 
İnsanın yedikçe içini ferahlatan ve doyurucu bir lezzet. İnternette farklı tabbule tarifleri bulacaksınız ama hepsinde de bulgur oranı buna göre fazla. Tabbule bir çeşit kısır değil,benzer noktaları var ama değil. Bu salatanın özelliği bol yeşillik. Arada kaşığınıza bulgur gelecek. Eğer daha da doyurucu olsun,miktarı da arttırmış olayım diye düşünürseniz asıl lezzetten uzaklaşırsınız bence. Tercih sizin. Bekletmeden servis yapın ki yeşillikler sönmesin. Eğer salatayı önceden hazırlayacaksanız naneyi ve sosunu dökmeden üzerini streçleyip kenarda bekletin. Servisten hemen önce sos ve naneyi ilave ederek servise hazır hale getirebilirsiniz. 
Afiyet olsun.


Lezzetli yemeklerden sonra mutlaka iyi bir tatlı olmalıdır değil mi? Bu aralar favorim tabii ki birçok kişinin olduğu gibi mevsim meyveleri ile yapılan hafif tatlılar. Tart yapabilirim dedim. Çilek ideal olur. Kenarlardan akmasını engellemek için ortaya doğru biraz kıvırırsak al sana Galette. Biraz pudra şekeri,yanına vanilyalı bir top dondurma...Yeme de yanında yat. Yapımı kolay. İsterseniz hamuru önceden hazırlayıp buzlukta veya buzdolabında saklayabilirsiniz. Yada güzel,tatlı bir şeftali ile deneyebilirsiniz. Tek dikkat etmeniz gereken kısım tüm tart hamurları gibi yağın içinde erimesine izin vermemek. Bu sıcak yaz günlerinde biraz zor. Ama çözüm hamuru fazla mıncıklamamak ve sık sık buzdolabında soğutmak. Neyse hamurun tarifi Cafe Fernando nun ilk yemek kitabından. (Pardon! Kitap değil ansiklopedi.) Her tarif özenle,anlaşılır ve resimlerle anlatılmış. 




TART HAMURU

MALZEMELER
150 gr soğuk tereyağ
80 gr buz gibi soğuk su
1 tatlı kaşığı elma sirkesi
1+2/3 su bardağı (233 gr )un
1 yemek kaşığı toz şeker
1/2 tatlı kaşığı tuz

YAPILIŞI

1-Tereyağını küçük küpler halinde doğrayıp buzlukta bekletin. 
2-Suyla sirkeyi bir kapta karıştırın ve buzdolabında bekletin. 
3-Un,şeker ve tuzu bıçaklı mutfak robotuna koyun ve kısa sık aralıklarla karıştırın. 
4-Tereyağını ekleyip yine kısa ve sık aralıklarla sadece ufalanıp her yerine un bulaşana dek karıştırın. 
5-Şimdi dolapta bekleyen sirkeli suyu az az robota ekleyin ve hala sıkınca bir araya gelen ama yumuşak olmayan bir hamur elde ettiğinizde sıvı eklemeyi bırakın. 
6-Hamuru streçin üzerine alın ve fazla mıncıklamadan bir araya getirip her yerini streçleyin ve hafifçe üzerinden bastırıp yassılaştırarak buzdolabına kaldırın. 
Kitapta bekleme süresi 4 saat diyordu ama ben o kadar bekleyemem. Yarım saat kadar buzlukta tutup sonra buzdolabında beklettim. Toplam 45 dakika kadar hamuru dinlendirdikten sonra iki yağlı kağıt arasında yaklaşık 4 mm kalınlığında açın. Bu aşamaları Cafe Fernando daha anlaşılır ve resimlerle açıklamış. Ben daha pratik anlatıyorum. 
Hamuru açtıktan sonra doğradığım çilekleri hamurun ortasına elimle dikkatli bir şekilde yerleştirdim. Kenarlarda yaklaşık 3 parmak kadar boşluk bıraktım ki çileklerin üzerine doğru kapatabileyim. Yaklaşık 500 gr kadar çilek kullandım bu tarifte. Hamurun boş olan kısımlarını çileklerin üzerine doğru kapattıktan sonra 190 dereye ısıtılmış fırında 20-25 dakika hamurun üstteki kısımları hafif kızarana dek pişirin. (Bu aşamada benim fırınım güçlü olduğu için ben pişirmeyi 180 derecede yaptım).Fırından çıkan galette biraz ılıyınca çileklerin üzerine çilek reçelinin sulu kısmından veya böğürtlen gibi reçellerin suyundan fırça ile hafifçe sürerek yeniden ıslak görünüm kazanmasını sağlayabilirsiniz. Ben hafif bir mayhoşluk istediğim için limon reçelinin suyundan çok az miktarda sürdüm. Hamurun az şekerli tadı ve çilek ile karışık mayhoşluk güzel bir kombinasyon oldu. Hamurun üzerine biraz pudra şekeri gezdirebilir ve ılık galetteyi soğuk bir top dondurma ile servis ederek birlikte oluşturdukları mutlu birlikteliğin tadını çıkarabilirsiniz.  

Afiyet olsun

Not: 1- Hamurun üzerine pişirmeden önce yumurta sarısı veya başka birşey sürmeye gerek yok.
2- Fırınınızın pişirme şekline göre daha kısa veya uzun sürede pişirme yapabilirsiniz. Fırınınıza göre bu süreyi değerlendirin. 
3- Birçok tarifte galette ve tartlar 190-200 derecede pişirilebilir ama çilek hassas bir meyve üsttekiler yanabilir ve hoş bir görüntü olmaz 








Tebbule tarifi; Dünden Bugüne Lübnan Mutfağı
Galette hamurunun tarifi: Cafe Fernando-Bir Pasta Yaptım,Yanağını Dayar Uyursun



Sofranızdan bereket  eksik olmasın ve ağzınızın tadı hiç bozulmasın. Hepimize Hayırlı Ramazanlar dilerim. 







25 Haziran 2014 Çarşamba

Bilmem ki, Nereden Başlasam?


Uzun bir ara oldu biliyorum. Vazgeçtiğimi bile düşünmüş olabilirsiniz. Son yazılarımın arası epey açıktı ve  oldukça seyrek yazmaya başlamıştım. Pek tat tuz da yok gibiydi. Şimdi eski postlarımı okudukça aslında ne kadar görünürmüş herşey ama ben bir türlü görememişim diyorum. Neyse demek ki yaşanması gerekiyormuş. Bir süredir artık yazmak istedim ama ne yazsam,nereden başlasam,nasıl söylesem bilemedim. Ama baktım ki vazgeçmek istemiyorum,özlemişim; o zaman yazmalıyım dedim. Çok gizemli oldu değil mi? Bir süredir yoktum evet ama hayatımda yaşadıklarımı,isteklerimi,hayallerimi,yaptıklarım ve yapacaklarımı sorguladığım,asla neden ben demeden ama herşeyin bir nedeni vardır dediğim bir dönem yaşadım. Mart ayının son günlerinde yani son postumdan kısa bir süre sonra sabaha karşı ilk kez geçirdiğim ve aslına bakılırsa ne olduğunu hastanenin acilinde öğrendiğimiz bir epilepsi krizi yaşadım. Nasıl olur,bu yaştan sonra olur mu diye şaşkınlık yaşarken tetkikler ve birkaç gün içerisinde bizi bekleyen asıl şoku öğrendik. Mandalina büyüklüğüne ulaşmış ve 12-13 yıldır benimle var olan bir beyin tümörü. O anda sanki bir robot gibiydik eşim de, ben de. Hastane; sonuçları tabii ki bizden önce almışlar ve beyin cerrahisi doktorları ile görüşmeleri yapıp durumu incelemişler. Bize birşeyler göstermeye ameliyatın nasıl yapılacağını,nedenleri,nasılları izah etmeye çalışıyorlar ama ben sanki orada değilim. Yani bedenim orda ama ben hala o iki kelimeyi kendi kendime tekrarlıyorum. Sonrada beynim daha doğrusu hayal gücüm ameliyat sonrasını ve olabilecekleri ışık hızıyla canlandırmaya başlıyor. Neyse süreç çok hızlı ilerledi ve kriz sonrası yaşadığım şiddetli baş ağrısı için içtiğim bir aspirin nedeni ile 1 hafta sonraya ertelenen ameliyat 9 Nisan da yapıldı ve tümör alındı. Bu arada doktorlarım başından beri tümörün iyi huylu olduğunu ve türünü biliyorlardı. O nedenle içimiz biraz daha rahattı. Sadece ameliyat ve sonrasında herhangi bir olumsuz durumun oluşmamasını umut ediyorduk. Herşey yolunda gitti ve şimdi iyileşme sürecindeyim,sonuçlarım temiz. Kendi işimi yapabiliyorum. Ufak tefek şeylerin dışında pek birşey kalmadı sayılır. Temmuz başındaki mr kontrolünde de herşey normal ve iyi çıkarsa artık geçti diyebilirim kendi kendime.
Bu zor süreçte aslında sadece biz değil bizimle birlikte ailelerimiz,arkadaşlarımız ve yakın dostlarımız da şok yaşadılar. Hatta bu küçük kasabada sadece bir süre bir arada olduğumuz insanlar bile arayıp sordular. İnsan böyle zamanlarda daha da mı duygusal oluyor acaba? Herkes destek olmaya,moral vermeye,yardımcı olmaya çalıştı. Blogdan,facebook veya instagramdan tanıdığım ama hiç yüzyüze gelmediğim ve şahsen tanışmadığım insanların bile desteklerini,geçmiş olsun dileklerini unutamam.
Geride kalan zor dönemimde iyi dilekleriniz ve dualarınızla beni yalnız bırakmadınız. Hayatımın en zor sınavında artık daha iyi olduğumu paylaşmak istedim. En başta ailelerimiz,dostlarımız,sevdiklerimiz,Anadolu Sağlık Merkezi John Hopkins Hastanesi doktorları Ahmet Hilmi Kaya,Arif Topal ve tüm beyin cerrahisi ekibine ve hastane personeline tekrar ve tekrar çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.






22 Mart 2014 Cumartesi

Havalar da şaşırdı, ben de ...


Ne değişik mevsim bu böyle. Birgün fırtına,yağmur; iki gün sonra güneş pırıl pırıl gülümsüyor,hava 20 derece. Üzerimde kazakla kalakalıyorum yada dün güzeldi deyip,ince birşeyler aldıysam üzerime ;akşam okul çıkışı keşke diyorum, daha kalın giyinseydim! En çok takip ettiğim site meteorolojinin sitesi artık. Bakmadan çıkamaz oldum. İki kişi bir araya gelse sohbet mutlaka dönüp dolaşıp havanın değişkenliğine geliyor.
Güneş varsa ve benim dersim yoksa veya haftasonu ise yürüyüşe çıkıyorum deniz kenarında. Martıların sesi,balıktan dönen motorların gürültüsü, spor yapanlar,erken davranıp dükkanını açmaya çalışan esnafı seyretmek mutluluk veriyor. Geçenlerde dönüşte balıkçı tezgahlarının önünden geçerken gözüm yeni gelen balıklara takıldı. 
"Nereden balıklar " 
" Karadeniz abla". 
Burada karadeniz balığı makbul, körfez tercih edilmez pek. Tezgaha bakınca sinirlerim bozuldu. Levrek,hamsi,çipura. Yine balık yok. Balıkçıya  " Bu kadar mı ?" diye sordum. 
" Halde bunlar vardı abla,ötekiler çok pahallı. Bu yıl pek balık yok " dedi.
İçimden siz daha yavruyken ne var ne yok hepsini denizden toplarsanız tabii ki şimdi balık bulamazsınız dedim. Zira tüm kış tezgahlar güya satılması yasak olan yavru çinekoplarla doluydu.  
Yakında tekrar balık yasağı başlayacak ama biz daha bu yıl doğru dürüst,zamanında avlanmış ve herkesin alabileceği fiyatta bir balık göremedik ki deniz kenarında oturmamıza rağmen!
Balık yiyemeyince ben de Metro dan dondurulmuş aldığım deniz mahsulleri ile mezeler yaptım bu kış. Alttaki fotoğraflarda midyeli lahana sarma var ki; üzerine limon sosu ile müthiş bir iştah açıcı. Yapılışı da bence yaprak sarmasına göre daha kolay. İç malzemesinin tarifi daha önce tarifini paylaştığım midyeli kabak çiçeği dolması ile aynı. Bu tarifi kuş üzümlü ve fıstıkla yapan kişilerde var ama ben deniz mahsulü ile böylesini daha çok yakıştırıyorum. 




Yanında da Ispanak kökü ekşilemesi çok iyi gitti. Ispanak kökünü kullanmaya yeni yeni başladım. Çoğunlukla pirinçle yemeğinin yapıldığını duymuştum ama ben kışın ıspanağı çok kullandığım için köklerini de yemeklerin yanında bu şekilde çok sevdik. Hem de yapımı çok pratik. 
Bir tencerede tuzlu suyu kaynatıyorsunuz ve 500 gr kadar iyice yıkanmış ıspanak köklerini kaynayan tuzlu suda hafif diri kalacak şekilde haşlayıp süzgeçle süzün ve soğumaya bırakın. 2 diş dövülmüş sarımsak ve 1/2 çay bardağı zeytinyağını 1 limonun suyu ve 1 tatlı kaşığı soya sosu (ben nar ekşisi kullandım) ile çırparak sos hazırlayın. Soğuyan ıspanak köklerinin üzerine sosu gezdirerek servis yapın. 

Afiyet olsun. 










3 Mart 2014 Pazartesi

Takıntılarım Var Benim


  • Dolabımda mutlaka bir robadan elbisem olmalı benim. Beni sıkmayan,içine girebilmek için debelenmeyeceğim, bana "ayyyyy kilo almışım" dedirtmeyecek. Üniversitedeyken Loft un buz mavisi kotu yeni çıkmıştı o zaman. Aman ne büyük bir aşktı aramızdaki. Hiç çıkarmak istemezdim. Neredeyse yatarken bile giyeceğim. Üzerine mutlaka V yaka beyaz t-shirt. Hiç uğraşamam, bunu mu giysem,yoksa o mu olsa diye. Loft un buz mavisi kalmadı ama jean hala favorim. Yalnız mutlaka kumaşı yumuşak olacak.öyle kazık gibi terleten,üzerime yapışan kıyafetleri hiç sevmem. 
  • Çanta....İşte benim en büyük takıntım. Dikine uzun çantaları hiç sevmem,olacaksa enine biraz uzun olabilir. İçinde mutlaka cepleri olacak. Öyle yarım saat aramayayım eşyalarımı içinde. Hele telefon içinde kaybolur gider bazı çantada. Cebi yoktur,nereye koyacağını bilemezsin. Çalar çalar sen tam bulursun susar. Sinir olurum. Askısı tek olacak. Öyle 2. Elizabeth gibi dirsekte falan  taşıyamam ben. Mutlaka omzuma asabilmeliyim ama çok da sarkmamalı. 
  • Yattığımda çarşaflar ve yastığım mutlaka soğuk olmalı.Yattığımda misssss gibi sabun kokusu alabilmeliyim. 
  • Yatak odasında asla sesli bir saat olmamalı. Tik tak,tik tak beynimi tırmalar o benim. 
  • Oda kapıları açık olmalı ki tüm evi görebileliyim.Duvarlar üzerime üzerime gelir öbür türlü. 
  • Çayım mutlaka fincanda,Türk kahvem orta şekerli ve ağır ağır sabırla pişirilmiş olsun benim.  
  • Eriğim can erik,çileğim kokulu,karpuzum kan olmalı. 
  • Yolda yürürken yanımdakiler mutlaka solumda olmalı,aslında benim sağım solum hep sevdiklerimle dolu olmalı . 
  • Cep telefonum hep açık, her daim ulaşılabilir ve ulaşır olmalıyım ben. 
  • Ben bahar çocuğuyum. Rüzgarın sesi,kuşların cıvıltısı, yağan yağmurdan sonra toprağın kokusu, çiçek açan ağaçlar her daim benimle olmalı.   

Zaman zaman herşeyden uzaklaşıp sadece kendinize ve sevdiklerinize zaman ayırmak istediğiniz oluyor mu hiç? Tüm dünyadan uzak .  Bu sayfadan yazdıklarıma hep dikkat ettim ben. Öğrencilerim,bazı velilerim,iş arkadaşlarım,dostlarım,akrabalarım,hergün bloğa bakıp yazdıklarımı satır satır okuyan ve buradan hapşursam kilometrelerce uzaktan "hasta mı acaba? " diye endişelenen ailem. Kimseyi gereksiz yere endişelendirmemek,açıklama yapmak zorunda kalmamak ve buradan hissetmediğim şeyleri yazmamak için hiç de planlamadığım bir mola verdim. Bu zaman içinde merak eden,sabırla; 2 aydır kabak tadı vermiş olan kabak tatlısına bakan, bekleyen ve bir an önce yazmaya başlamam için çaba gösteren tanıdık veya tanışmadığım ama dostum dediklerime çok teşekkür ediyorum. 
Bu arada boş mu kaldım. Hayır. Yeni şeyler denedim,biriktirdim. Yazmasamda içimden konuştum hep. Fotoğraf çekmek bana çok iyi geliyor. Çektiklerimi  tatlicuma instagram sayfasında paylaşmaya devam ettim. 

Artık yazının esas konusuna gelsem iyi olur. İkisi de bildiğimiz ama biraz farklı yorumlarla hazırlayıp sunabileceğimiz iki lezzetli . İlki ,daha çok Ege de bazı yerlerde yapıldığı şekliyle bir ana yemek. 

YUNAN MUSAKKASI

Ben küçük bir kare borcama yaptığım için miktarları az. Siz arttırabilirsiniz. Bir büyük patatesi çok ince olmadan kalınca dilimledim ve yağda biraz kızarttım ve borcamın tabanına dizdim. Üzerine yazdan hazırlayıp buzluğa attığım patlıcanları dizdim. Benim patlıcanlarım küçük olduğu için boyuna dilimlemiştim. Şekil çok önemli değil. Üzerine yine hepimizin yaptığı gibi soğan,sarımsak,kıyma sotelenip tuz,karabiber ve biraz domatesle lezzetlendirilir. Maydanoz pişmeye yakın kıymalı harca eklenir. Kıymalı harç patlıcanların üzerine eşit oranda serilir. Burada ikinci farklı uygulama beşamel sos. Çok yoğundan ziyade biraz daha kıvamlı bir beşamel sos hazırlanır ve tüm katların üzerine dökülür. En üste bir miktar eski kaşar veya o dokuda sert dokulu bir peynir rendeleyip( peynirin yerken sünmemesi daha yemeği keyifli yapıyor. Yoksa hoş manzaralar olmuyor)  hafif kızarana kadar 200 derece fırında kısa süre pişirilir.  Servis ederken de servis kaşığı ile dikkatlice alıp üzerine ekstra maydanoz serperek servis edebilirsiniz.  


















İkinci tarif ; 

PORTAKALLI VE LİMONLU İRMİK HELVASI 

1,5 su bardağı irmik ve 1 paket veya bir avuç dolmalık fıstığı 4 yemek kaşığı sıvıyağda sürekli karıştırarak 10 dakika kadar kavurun. 2,5 su bardağı ılık süt ve yarım su bardağı portakal suyunu irmiğe ekleyip karıştırın. Ben az şekerli sevdiğim için 3/ 4 su bardağı şeker ekledim ama siz damak tadınıza göre arttırabilirsiniz.  Şekerden sonra 2 adet rendelenmiş portakal kabuğu ve 1 adet rendelenmiş limon kabuğunu ilave edip tekrar karıştırın. Tencerenizin kapağını kapatıp ocağın altını kısın. Suyunu çekince altını kapatıp 30 dakika kadar demlendirin. Ama bu arada bir iki kez karıştırın. Ilık veya soğuk servis yapın. 
Bilindik bir lezzete farklı bir yorum oldu. Ama çok da iyi oldu. Katı yağ hala kullanmadığım için az miktarda sıvıyağ ile yapmak hem vicdanımı rahatlattı hem de tane tane dökülen kokulu ve lezzetli bir helva oldu. Yazın bu helvayı içine veya yanına meyveli,limonlu dondurmalarla da servis edebilirsiniz. Soğuduğunda kalıp gibi olup katılaşan helvalar vardır. Ama bu hafifçe karıştırınca yine aynı dokuda ve çok hafif. 






Afiyet olsun. 

12 Ocak 2014 Pazar

Portakallı,Tahinli Kabak Tatlısı


2014 başladığından beri bir süredir devam eden göz rahatsızlığım daha da şiddetlendi. Eylülden beri herhangi birşey okurken veya televizyona bilgisayara bakarken aniden giren baş ağrıları ve gözlerimde sulanmalar yaşıyordum. Yakını görmekte zorlandığımı, ders anlatırken notlarıma bakarken sorun yaşamamdan farkettim ama yaşlandığımı düşünmek istemediğimden konduramadım. Ta ki ;artık masamda bir yığın yazılı kağıdı birikene ve ben bilgisayardan nefret eder duruma gelene dek. Tahmin ettiğim gibi hem hipermetrop ve sürpriz olarak yanında astigmat. Harfler,satırlar birbirine karışıyor. Takip edemiyorum. Sonunda kendimi gözlüklerden gözlük beğenirken buldum. Aman yaşlı gösteren bir model olmasın diye en canlı modellere baktı gözlerim. Evdeyken bile parmağımda yüzükle duramayan ben o gözlüğü nasıl kullanacağımı hiç bilemedim. Ara ara takmaya başladım ama çok zorlanıyorum. Bu yazmayı ihmal etmemde  mecburiyetten biraz. Şu bir paragrafı yazarken bile hep yazım hatası yapıyorum. Sürekli silip başa dönmek zorlayıcı oluyor ve artık yazarken zorlanıyorum. Bu süreçte kendimi yine ruhen tedavi etmek için mutfağa attım,yeni şeyler yaptım,çektim,biriktiler. Gözlüğüme alıştıkça yazmaya başlarım ama bu arada teknoloji düşkünü olan ben tüm hasretimi ihmal ettiğim instagram hesabımla giderdim. Tarif yazamasam da sevdiğim fotoğraflarımı paylaştım. Kendimi instagrama vurdum yani. 
Hızlıca tarife gelirsek; Kolay,herkesin bildiği ama basit uygulamalar ile daha hafif ve portakal aromalı lezzetli bir tarif. 





PORTAKALLI KABAK TATLISI

MALZEMELER

750 gr bal kabağı
1 adet portakal
7-8 yemek kaşığı toz şeker
servis için tahin ve ceviz,badem vb. 

YAPILIŞI
Kabakların dış yeşilimsi kısımlarını dikkatlice kesip çıkarın. Dilimleri çok küçük olmayacak ama çok da iri olmayacak şekilde birkaç parçaya bölün. Derin olmayan ama geniş bir tencereye dizin. Üzerine her 100 gr kabağa 1 yemek kaşığı toz şeker olacak şekilde serpin. Şekerin üstüne 1 portakalın 2/3 ünü (yarısından fazlasını) kabuğu ile beraber ince ince bütün olarak dilimleyin. Kalan portakalın suyunu elinizle kabaca tenceredekilerin üzerine sıkın ve kalan kabuğuda tencereye koyun. Kapağını kapatıp kısık ateşte kabakların büyüklüğüne göre çok pişmesine izin vermeden hafifçe yumuşayana dek pişirin. Kısık ateşte ve az portakal suyu ile pişirildiği için su ilave etmeye gerek kalmıyor. Pişen kabakları bir tabağa alıp soğutun ve servis yapmadan önce üzerine tahin gezdirip biraz da ceviz veye badem serpip servis yapın. 



Görsel: Pom-poms

Herkese hayırlı kandiller diliyorum. Yolumuz hep aydınlık,günlerimiz sağlık ve huzur dolu olsun.  




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...